Duvarlar paramparça ve yerdeler ve tavandalar ve üstümdeler, her yerde parçaları uçuşuyor. Her geçen saniye çevremde düzenli olarak attıkları turlar beni daha fazla rahatsız ediyorlar ve bu rahatsızlık basit bir yıpratıcılıktan fiziksel acıya dönüşüyor, resmen attıkları her turda canımı yakıyorlar. Neden burada olduğumu bilmiyorum. Kelimeleri nereden öğrendiğimi, “kelime”nin ne demek olduğunu nereden öğrendiğim, nereden ve neden buraya geldiğimi/getirildiğimi bilmiyorum. Bildiğim şeyler kısıtlı ve duvarlar, nemden şişmiş bir tahta kapı, ellerimde soğuk ve kaygan bir his bırakan kirli su birikintileri var burada. Neden burada olduğum ve neden çıkmak istediğim bildiklerim arasında değiller. Çıkmak isteyip istemediğimden bile emin değilim. Dışarıda ne var? Arada sırada bakıyorum anahtar deliğinden ve anahtarın ne demek olduğundan emin değilim. Arada sırada bakıyorum ve ışık görüyorum. Bilmediğim bir yerden gelen, bilmediğim bir yere giden ve ne anlam ifade ettiğini anlamadığım loş bir ışık var dışarıda. Parmaklıklar ve yırtık, eski perdeler var kirli bir camın iki yanını saran. Neden burada olduğumu anlamıyorum ve kelepçe yok, kilit yok; istediğim zaman çıkabilirim. İsteyip istemediğimi, çıkabilecek kapasitede olup olmadığımı bilmiyorum. İki ayağı ve iki eli var dışarıya gelip gidenin. Saçları var, parmakları (ince, uzun ve güzel parmakları) var, gözleri ve bir ağzı var ve geldiği zaman görüyorum, ışığı var. Kulakları var ve beni dinliyor bazen, göz yaşları da oluyor o zamanlar. Hiçbir şeyini anlayamıyorum ama en çok kulakları karışık geliyor bana. İçinde sesime ağlayacak gücü buluyor ama ben bile anlamıyorum; ağzımdan çıkan iniltiler, ıslak ve pis duvarların sebep olduğu yankılara karışırken: Benim sesim hangisi? Kendimi güçlü hissediyorum ve aynı zamanda yaşadığım yerde en güçsüzün ben olduğumu biliyorum. Kendime ait küçük bir dünyam var ve orada duvarlar ıslak, çatlak ve soğuk. Ufacık bir yerdeyim ve diz dediklerinin üzerlerine çökmüşüm, ses dediklerinden çıkarıyorum inlemelerimle. Bir keresinde dışarıdaki de çıkardı ses: “Yeter artık, sus!” Neden orada olduğumuzu bilmiyorum ama bir şeyden eminim, ben olmasaydım o da olmazdı. Ben küçük bir yerde yaşıyorum ama onun hissettiklerini neredeyse görebiliyorum, korkuyor. O benden daha da küçük bir yerde yaşıyor ve bana ufacık dünyamda eşlik eden eski, çalışmayan, pis bir tuvaletten daha pis, daha eski ve daha da tembel duygular ona eşlik ediyor. Hangimizin içeride, hangimizin ise dışarıda olduğunu anlamak bazen çok zor oluyor. Ben anahtar deliğinden dışarıya bakarken o da içeriye bakmak istiyor ama asla bakmıyor, ne göreceğini bilmiyor. Çoğu zaman da o dışarıda olmuyor, ben de inlemeyi bırakıp parmaklıklara, pencereye ve perdeye bakıyorum. Loş, gri rengin geldiği yerde yağmur yağıyor. Eski demir kapının altından içeriye su dolarken zemine yerleşmiş tüm pislikler ayaklanıyor, kendilerini suya taşıtarak bana doğru geliyorlar. Bakmayı bırakıp ne kadar geriye kaçarsam kaçayım parmaklarım ıslanıyor. Neden bilmiyorum ama ıslanmaktan korkuyorum, belki de çıplak olduğumdan, devamlı üşüyorum ve üşümem arttıkça daha fazla inliyorum. Ses ve yankıları birbirlerine bulanıp tavandaki delikten yukarıya, O'na tırmanıyorlar. Geldiğinde ise yankılarıma bir de o ekleniyor, çamurun ortasına diz çökmüş, aynı benim gibi inliyor. Zayıf hissediyorum o zamanlarda ve dışarıyı hep seyrediyorum, bazen ağlıyor. Ara sıra eli kapıya gidiyor, kendi kendine şikayet edip yukarıya, kendi kafesine dönüyor. İlk gittiği zamanlarda korkunç hissediyorum; başım ağrıyor, ellerim titriyor ve garip sular geliyor ağzımdan. Yüzüme dokunuyorum ve anlık olarak her şeyin farkında oluyorum, utanç vericiyim. Dışarıda bir güzellik abidesi dolanıyor ve benim yüzüm düz, kitli, ıslak, kaygan ve parçalanmış duvarlar gibi, nemden şişip sıkışmış tahta bir kapı gibi, kullanılmayan eski bir tuvalet gibi, lekeli ve çirkin ve kasvetli. Gözlerim var, görebiliyorum etrafı ve dokunmayı denediğim oluyor, küçük ve ıslaklar. Gök gürlüyor ve korkuyorlar gözlerim, dışarıya bakmayı kesip sesime sığınıyorlar, yukarıya sesleniyorum, yardım bekliyorum. Gök gürültüleri kesilene kadar, yankılarım ve ben çığlık atıyoruz, dışarıdaki kendimize sesleniyoruz. Yağmur arttıkça içeriye fareler giriyor, onlar da korkuyorlar, deliklerine kapanıyorlar dışarıdaki gibi. Bazı günlerde onları dinliyorum, benimle konuşmuyorlar, sanırım onlar da beni görmezden geliyorlar. Kendime sahip olmaya çalışıyorum ama başaramıyorum, istediğim tek şey kendimi bir kere olabilsin görebilmek. Karanlıktayım her zaman ve sahip olduğum duyular çok az, kendime dair bir şeyler bilmek istiyorum ama mümkün olmuyor asla. Ellerimi ve sesimi kullanmaya çalışıyorum, kendimi koklamayı deniyorum bazen ama olmuyor, her yerden gelen küf kokusundan başka bir şey yok. Bir kere olsun kapıyı açıp kendime bakmak istiyorum ama asla olmuyor, cesaret edemiyorum. Defalarca denedim, kapının hemen önüne kadar yürüyüp bana bu işkenceyi kimin ettiğini görmek, iniltilerini yüzüne bakarak dinlemek, yaşadığı(mız) bu pis ve küflü yeri, onu da yanıma alıp terketmek istedim ama yapamıyorum, dediği gibi korkuyorum. Kendimden korkuyorum, kafesimden korkuyorum, sahibimden korkuyorum, içeride göreceğimden korkuyorum. Yağmur yağdığı zamanlarda aşağı iniyorum, eski ve yıpranmış evimden aşağı; kapısı sokağa açılan, asla güneşi görmeyen pislik içindeki bu yerimizde yeterince ışık almayan ıslak deponun kapalı tuvaletinden gelen sesleri dinlemeye iniyorum. Çığlıkları duyuyorum; yüzlerce, belki de binlerce zavallının acı çektiğini hissediyorum ve yardım etmek, en azından kendimi kurtarmak istiyorum. Kapıyı açmaya kalkıyorum ve anahtar deliğinde kığıradnıp duran bir göz görüyorum, elimi kapının kolundan uzaklaştıyorum. Tekrar dışarıya çıkmak için yürüyorum, yarı yolda dayanamayıp yere, toz yüzünden neredeyse çamur haline gelmiş suların arasına çöküyorum. İnlemeleri dinlerken ellerimi gözlerime götürüyorum, küçük ve ıslaklar. Tıpkı iki ufak böcek gibi, kıpır kıpır, tahta bir kapının anahtar deliğinden dışarıya bakıyorlar.
Hala burayı okuyanlardan özür dilerim, bir süredir pek yazamıyorum. En azından blog için kısa bir şeyler yazmaya uğraşmak istedim, yine eskiden gördüğüm bir kabusu yazdım.
7 Ağustos 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)