14 Mart 2009 Cumartesi

Kendi Küçük Dünyasında

Eski, samimi ve yıpranmış görünmesi için hususi olarak müşterilerin üzerine karalama yapmalarına izin verilmiş masaların birinde eski ve yıpranmış ama kesinlikle samimi görünmeyen bir oğlanın dirsekleri duruyordu. Oğlan sandalyesinde bükülmüş, basık tavanlı ufak kafenin kapısından gözlerini ayırmadan, kurması gereken cümleleri en güzel hangi tonlamaları kullanarak söyleyebileceğini düşünüyordu. Hafif zavallı bir hava vererek kızın kendisine acımayla karışık bir sevgi duymasına karar vermişti ama canı o gün zavallı olmak istemiyordu. İçinden geldiği gibi davranması için kendisine yakın sayılabilecek birisi tarafından bolca gaza getirilmesine rağmen bir türlü kendine güvensizliğini (Kendine olan güvensizliğini ona açıkça söyleyecek bir insana karşı kullanabileceği sekiz adet savunma taktiği belirlemişti ve bir yenisi üzerine çalışıyordu.) aşamıyordu. Yaklaşık yirmi dakikadır oturduğu sandalyesinde hafifçe kıpırdanıp, zaten sandalyenin altında birleştirilmiş olan ayaklarını iyice vücudunun gerisine çekti. Bir seferlik de olsa insanları seyretmekten kendisi gibi zevk alan birinin görmesi durumunda oğlanın aslında ne kadar acınası bir durumda olduğunu net olarak gösterecek bir hareketti bu. Kendisini, karşısındaki insanın görmesi gerektiği pozisyonlara sokmaya o kadar alışmıştı ki artık vücut dilinin yanlış yorumlanmasından bile korkmuyordu. Gerçi asla vücut diline dikkat etmiyordu insanlar. Çevresindekilerin nasıl olup da bu kadar dikkatsiz yaşamayı başardıklarına hayret ediyordu bazen.

Yaklaşık on dakika sonra kafeye ufak tefek, sessiz bir kız girdi. Kısacık saçlarının parlak siyahı, sevimli yüzünün beyazlığıyla mükemmel bir tezat oluşturuyordu. Oğlan samimi bir çekingenlikle ayağa kalkıp yavaşça kıza sarıldı ve titrekliğinin altında bütün gün dinlense bile insanı sıkmayacak bir güzellik taşıyan yeni sesiyle (Seneler boyunca yavaş yavaş gelişmiş olsa bile temeli seneler öncesinden atılmıştı ama bir süredir kullanılmıyordu.) kıza nasıl olduğunu sordu. Sandalyelerine otururlarken kız iyi olduğunu söyleyip nezaketen soruyu oğlana yineledi. Oğlan soruyu kısa bir 'iyi'yle geçiştirip hızlıca kıza sesinin telefonda kötü geldiğini söyleyerek uzunca bir konuşmanın kapısını açtı. Dakikalar kızın dertlerini anlatmasıyla geçti. Oğlan doğru yerlerde doğru yüz ifadeleriyle kızın şarkısına eşlik etti.

Işığıyla Hayat'ı yaratan, sesiyle milyonlara ilham veren, ergenlik çağındaki oğlanların annelerinden saklayacakları dergilere verdiği pozlarla Dünya'nın dört bir yanından erkeklerin fantezilerini süsleyen, kelimeleriyle gelmiş geçmiş en büyük yazarları dizlerine çökerten, gerçek bir yıldızdı o. Karşısına hayranlarından birini almış, hikayesiyle ruhunun derinliklerine, bakanları kör edecek güzellikte bir resim çiziyordu. Gözlemleri, yaşadıkları, söyledikleri, neşesi ve üzüntüsüyle herkesi kendine hayran bırakmıştı. O şakıdıkça dakikalar birbirini kovaladı ve geçen her saniyede kendisine güveni daha fazla yükselemeyeceği noktaya ulaşıp yoluna devam etti. İmkansız basit bir detay, akıl almaz ise yalnızca bir başlangıçtı. Güzelliği, arzulandığı oranda artarken hayatının kendi elinde olduğundan biraz daha emin oldu. Değerini bilememiş erkekler, onu çekemeyen çok çirkin kızlar, hayatını yaşamak istediği gibi yaşamasına engel olmak için ellerinden geleni yapan akrabalar yoktu artık. O her şeye kadirdi. Artık emindi, kesin olarak biliyordu bunu.

Nasıl birisiydi ki bu gözlerine baktığında yalnızca kendini değil, kendinin bile yeni yeni keşfettiği yönlerini görebiliyordu?

Kızın giderek artan coşkusu oğlana hayatta bildiği en büyük zevkin yolunu açıyordu. Kızın gözlerinin içine, belli etmemek için tüm iradesini kullandığı bir küçümsemeyle baktı. Bir insanın kendini sevmesini anlayabiliyordu. Gerçekten; bir insanın kendisini her şeyden üstün tutmasını anlayabiliyordu ama bunu yaparken başkalarını kullanmanın gerekliliğine bir türlü anlam veremiyordu. Neden mutluluk için başka insanlara ihtiyaç duyuluyordu ki? İşin en tuhaf yanı kendisinin de tamamen aynı şeyi yapmasıydı. Salağın tekini karşısına alıp saçmalıklarını dinlemek neydi ki? Kendisine sinirlenmişti ama anlık olarak dişlerini sıkması, iyice coşup kendinden geçmiş kızın dikkatini bile çekmemişti. Görüşmeyi sonlandırmanın vakti yavaş yavaş geliyordu ama oğlan hala tekrar görüşüp görüşmeyeceklerine karar verememişti. Birkaç dakika daha kızı seyredip hesaplarını yaptıktan sonra temelli olarak konuşmayı kesmeye karar verdi.

Oğlan evin kapısını kapayıp ceketini yerde duran eski yatağın üstüne attı. Daireyle birlikte gelen, en başta hiç sevmemesine rağmen zamanla çok alıştığı dolabından sabahlığını çıkarıp üstünü değiştirdi. Bomboş, tozlu odayı geçip duvara dayalı duran geniş, güzeller güzeli koltuğuna oturdu ve karşısındaki duvarın dibinde duran sandığı seyretti bir süre. Pencereden dışarıya bakmayı düşündü ama yorgundu, yalnızca oturmaya karar verdi. Dizlerini çenesinin altına kadar çekip kollarını kendi etrafına doladı. Kendi küçük dünyasının küçük kralı... Zihni kendini, rüyasında hayali birinin dizlerinde gözlerini kapayıp huzuru tanımlayacağı bir uykuya teslim ederken hayat çok güzeldi.