2 Şubat 2009 Pazartesi

Her Şeyi Gözden Geçirmek İçin Otuz Dakika

Dışarıda gördüm onu; nereye gittiğini, nereden geldiğini, nerede olduğunu bilmeden sokakları gezinirken. Eski bir arkadaşımın giderken bana bıraktığı arabayı yavaş bir hızda, beni uzun süredir bekleyen hedefime sürerken; sokağın kenarında, yanaklarından yaşlar süzülürken kendini donudurucu soğuktan korumak için incecik hırkasının önünü elleriyle kapatmış, gözlerini bir saniyeliğine bile ayaklarından ayırmadan yürüyordu. Yoluma devam etmek istedim ama ayaklarım beni dinlemiyorlardı. Yavaşça frene basıp yanında durdum. Yolcu koltuğu tarafındaki pencereyi indirip kafamı hafifçe aşağı eğdim. O da arabanın hemen yanında durmuştu ama gözleri hala ayaklarındaydı. Zaten cılız olan sesim, hem rahatsızlığıma, hem de durumumuzun acınasılığına ithafen daha da incelmişti. “İyi misiniz?” diye hırıldadım, elimden gelen en nazik tonda. Sesimi duymak, ona en azından kendisi kadar zavallı durumda olanların olduğunu hatırlatmış olacak ki gözlerimin içine hiç çekinmeden baktı. Kıpkırmızı gözlerimiz, ilk zamanların cesaretini ve güzelliğini atlatmış yüzlerimizin üzerinde buluştular. Birbirimizin ne olduğunu, ne olmadığını ve nelere asla sahip olamayacağını anlamamız birkaç saniyeden daha uzun sürmedi. “Bu gece seninle kalabilir miyim.” dedi titrek sesiyle. Henüz durumuna alışmadığı belliydi. Her ne kadar artık değişim için çok geç olduğunu bilsem de içimde zayıf bir umut vardı. Belki de sıfır noktasında birbirlerini bulup da hayatları kurtulan düşkünlerdik biz. Asla eskisi gibi olmayacaktı hiçbir şey ama belki de yeni bir hikayeye başlayacaktık arabama bindiği saniyede. Belki de artık katlanabilecektik hayatın bize verdiği cezalara. Belki ama... Çok küçük, zayıf bir belki...

Evimin ne kadar loş, rutubetli, karamsar ve hasta olduğunu bilmesi için görmesine gerek yoktu ama içeriye girdiğimizde yine de evin her noktasını parça parça inceledi. Bilmiyorum, belki de yakın gelecekte nasıl bir yerde yaşamaya çalışacağını anlamaya çalışıyordu. O da insanların evlerinin kendi ruhlarını yansıttığının farkındaydı ve belki de kendi ruhundan parçalar arıyordu. O eziyetin doğasıyla uğraşadursun, ben de tuvalete girip aynaya baktım. İçimdeki o ufacık umut beni, eskiyen suratımda değişim ibareleri aramaya itmişti. Uzun uzun çıkık elmacık kemiklerime, gözlerimi çevreleyen morluklara, dağılmış kaşlarıma, uzamış sakallarıma baktım. En ufak bir ışık oyununun bile üstüne atlayıveriyordum, gerçek bir değişim olması umuduyla. İnsanlar çok yanılıyorlar. Aslında birisinin görünüşüyle ruhu arasında çok derin ilişkiler vardır. İnsanlar derler ki, 'Esas önemli olan insanın içinin güzel olması.' ama bilmezler; içerde işler nasıl yürüyorsa, dışarda da aynıdır. Ancak insanları suçlamıyorum bu hataları için. Çirkinlik de dahil olmak üzere, herhangi bir şeyi anlamak için tadına bakmak gerekir. Eğer bir insan çirkin değilse de bunun için onu suçlayamam.

Yatak odasına döndüğümde yatağın üstüne oturmuş yavaşça gömleğinin düğmelerini açıyordu. Gözlerimi bir süre hafif pürüzlü ellerinin üstünde gezdirdim. Dokundukları yerlere acı bir nostaljinin kokusu kokusu yerleşiyordu. Yatağın öbür ucuna gidip, sırtım ona dönük bir biçimde oturdum. Kıyafelerimi çıkardıktan sonra soğuktan buz kesmiş elini omzuma atmasını bekledim. Hafifçe beni kolumdan tutup kendine çekerken diğer eli sırtımda geziniyordu. Gözlerini yüzüme dikip tenimin her köşesinde hayatlarımızı kurtarabilecek bir şeyler aradı. Çıldırmış gibi dolanan bakışları en sonunda tatsız gerçeği kabullenip gözlerime dikildi. Bir an için aklıma ilahi bir şeyler beklemek yerine kendimizin çaba göstermesi, var olmayan ve muhtemelen de kendiliğinden asla var olmayacak bir aşkın gökten inmesini beklemek yerine bizim yaratmamız gibi çılgınca bir fikir geldi. O da bunu düşünmüş olacak ki gözleri bir anlığına gözlerime yerleşecekmiş gibi duruldu. Ancak ikimiz de biliyorduk ki bizim elimizden gerçekten de bir şeyler gelebiliyor olsa o anda o durumda bulunmazdık. Hayır, bazı insanlarda belki de kendi hayatlarını kontrol edebilecek, kendi seçimlerini yapabilecek güç vardı ama biz onlardan değildik. Gözleri yavaşça kapanırken bir iki damla gözyaşının yanaklarından aşağı kaydığını gördüm. Elleri arayışlarını bırakmış, rol yapmaya başlamışken dudaklarından bir isim düştü yere: Mert... Mert kimdi ki? Bizden daha iyi durumda olduğuna ihtimal vermediğim, öylesine biriydi işte.

Dokunuşlarında bir tanıdıklık aradım uzun uzun. Eskiden birlikteyken başkalarını düşündüğüm kadının hayalini kurdum. Kapalı göz kapaklarının ardında çok eskiden gördüğüm rüyaları aradım. Sıkıcı bir Kasım gecesi bitmiş bir aşkı aradım kalbinin attığı yerde. Sessiz odanın içinde fısıldayan nefes alış verişleriyle kendiminkileri uyuşturdum, onun verdiği nefesin ciğerlerime doluşunda beni hatırlayan birisini aradım. Yenmiş tırnakları, parmak uçlarından soyulmuş derisinde utangaç bir 'seni seviyorum' aradım. Sırtını yasladığı eski çarşafımda, sıvası dökülen duvarlarda, yıpranmış bir perdenin yanından içeri dolan ay ışığında çok eski bir hayatı aradım. Hayatımın üstünde dolanacak ılık bir hava, her sabah doğacak bir güneş, yalnızca temizlenmeme yardımcı olmak için yağacak bir yağmur aradım. Sanki yaşıyorlarmış gibi dostlarım için benden gelebilecek herhangi bir hayır aradım. Çok uzun süre, çok fazla şey aradık. Bulamayacağımızı en başından beri biliyorduk ama temelli olarak vaz geçmeden önce bir kez daha, yalnızca denemek için denemek istedik. Belki de düşündüğümüzden daha az alışmıştık acıya.

Ciğerlerim her zamankinden biraz daha fazla acıyordu. Problemin ne olduğunu bilmiyordum ama bir süredir devam eden öksürüklerin yanında kan tadı ekleniyordu son günlerde. Aklıma kanser gelmişti ama geçerli bir fikrim yoktu ve kontrol ettirecek kadar önemsemiyordum olan bitenleri. Yatağın hemen yanında yere oturup, sırtımı buz gibi duvara yaslamış pencereye bakıyordum. O yatağın ayak ucunda oturmuş gömleğini geri giyerken ben de nefes alış verişlerimi biraz düzene sokmaya çalıştım. Pantolonunu da giydikten sonra ayağa kalkıp tekrar bana baktı. Gözlerimi pencereden ayırmadan söyleyebileceği herhangi bir şeye nasıl bir cevap verebileceğimi düşündüm. O da söyleyebileceği ne olduğunu kestirememiş olacak ki ağzını hafifçe araladıktan sonra geri kapadı. Boynu onu ilk gördüğümdeki gibi yere eğilip kolları vücdudunun çevresinde, dışarı çıktı. Bir süre merdivenlerden inişini dinledikten sonra ayağa kalkıp üstüme bir şeyler giydim. Arabanın anahtarları sehpanın üstüne, bıraktığım gibi beni bekliyorlardı. Saatime baktım, fazla zaman kaybetmemiştim. Muhtemelen o saatlerde, o gece ilk çıktığım zamanki gibi yollar boştu. Anahtarları alıp dışarı çıktım. Arabaya binip bomboş caddelerin üzerinden köprüye doğru yol aldım.